DİN VE AHLAK
3 Eylül 2019MİLLİ GÖRÜŞ
3 Eylül 20191- BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
“ Millîbirlik”
Bu günlerde millî birlik üzerinde konuşmalar, analizler, çeşitli yönlerini araştırma ve eleştirmeler görülüyor, duyuluyor ülkemizde . Elbette millî birliğe ne kadar ilgi ve iltifat gösterilse değer. Hatta bunun üzerinde durmak çalışmak sadece bir fazilet ve mürüvvet değil ayni zamanda bir vatandaşlık ve insanlık görevidir. Hele hele toplumun dışında yaşamayı haram gören İslam dinine mensüp bir Müslüman için ihmalı caiz olamyan bir vazife-i diniye ve vicdayedir, ibadettir.
O halde bu “ Millî birlik” sözcüğü üzerinde biraz duralım;
Başta Millî derken buradaki izafet yasi milleti oluşturan unsurları çagrıştırır. Bunlar nelerdir ? Dr. Mehmet DOGAN’ın Sözlüğündeki açıklamasında şuları kaydeder ;” Birinci dercede : “ İslam Milleti” Din, inanç, İlahî hükümlerin tamamı , Şeri’at ve İbrahim Milleti.
İkinci olarak ; Mezhep ve dinî meslektir ki bu mezhep mensüplerinin tamamını kapsar. Ayrıca cema’at ve toplulk ki, küfrün tamamı bir millettir denir. Halk, ahali, inanç tarih ortaklığı ,katagori,cins ,taife , dil, gelenek, kültür, ideal, vatan birliği kavim: (Türk milleti ) bu mana 19. asırdan itibaren yaygınlaşmıştır.”Derler.
Kur’an-i Kerimde “Millet” sözcüğünün geçtiği yerler ki ;( 2 / 120 ve 135, 4 / 125, 14 / 13, 16 / 123, 18 / 20, 38 / 7, 22 / 78 ) ayet-i celilelerde dikkat edilirse tamamında din ve inanç esası üzerinde duruldugu görülür. O halde Milleti oluşturan ana unsur din ve inançtır. Diğer unsurlar bunun bir aksesuarı mesabesindedir. Yani Milliyeti bir bina olarak tasvir eder düşürseniz arsası din ve inançtir. Bunun üzerine kurulmayan bina temelsizdir havada kalmış baglantısız kararsızdır, askıdadır. Sıgınak olamaz ve İçinde barınılamaz.
Ayrıca alimlerimiz ;”İman, İslam, Şeri’at, Millet, Namus ve Tarikat sözcüklerinin bizzat ayni şeyler olup bir manada bileştiklerini, itibarî yönden farklılıkları olup Allah katından Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem ) tarafından teblig edilmiş kendisine inanılarak teslim olundugu için “İslam”, inanılarak mütmain olundugu için “İman”, onunla amel edenlere sevap ya da ceza verileceği itibariyle “Din” , Müntesiplerini bir araya getirmek suretiyle topluluk oluşturdugundan “Millet”, Cebrail (a.s.) vasitasiyle geldiği için “Namus” İnsanların önünü açıp yol gösterdiği için “Tarikat” isimleri aldıkları bildirilir.
Millet ve milliyetin yerini böylece tesbit ettikten sonra terkipteki ikinci kelime olan “Birlik” e bakalım : İnsan fitrî yapısı itibariyle ictimaî bir yaratıktır. Tek başıya yaşama şansı yoktur. Mutlaka birliğe ve beraberliğe muhtaçtır. Allah (c.c.) insanın toplu halde yaşamaları ve bir araya gelmeleri için gerekli olan bütün ihtiyacatı karşılayacak levazimi yaratmış ve hazırlamıştır. Ondan sonrada toplumun nüvesini teşkil eden aileden başlamak üzere insanlığı toplum hayatına,ictima’î hayata davet etmiş yollarını göstermişledir.
Toplum hayatının iki önemli ana unsuru vardır ; İman birliği ve kardeşlik münaseti. Bunlara şu ayet-i celileler işaret etmiştir: < Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla sakının, zinhar islamın dışında oldugunuz halde ölmeyin !> (3 / 102 ) Burada “Takva “ kelimesini “sakınmakla “ açıklamak istedim. Genellikle takvayı Allah’tan korkmak olarak açıklanır. Elbette korku vardır. Ancak bu korku saygıdan gelmeli. Buna şunu örnek olarak göstermek istiyorum. Yusuf (a.s.) Züleyha tarafından davet edildiğinde ; “Allah’a sıgınırım o, benim rabbimdir, yerimi güzel ayarladı.” Demişlerdi. İşte saygı budur. İnanan insan herhangi bir yanlış iş ile, Allah’ın razi olmayacağı bir şeyle karşı karşıya geldiğinde ; “ (Me’azallah )O, benim Rabbimdir. Beni sayılamayacak kadar nimetlerine garketmiştir, kaderim O’nun elinde. Ben Onun emirlerini nasıl ihmal ederm ,Namaz kıl demişse nasıl terkederim, örtün demişse tesettürü nesıl yerine getirmem, Onun haram kıldığı faizi nasıl alırım v.b.“Bunu diye biliyorsa takva sahibidir ve bunu yapa bilen Allah’tan korkuyor ve takvadır. İşte bu korku saygıdan gelen korkudur. Kur’anın muhatabı olan Müslümanlara bu saygı ile yaşayıp bu saygı ile ölmelerini talim buyurur. Sakın ha başka halde ölmeyesiniz ! İnsanın ne zaman öleceği belli olmayacagına göre her zaman bu halde ölüme hazır bulunun demektir. Bu ayet-i celilede iman birliği emrediyeorken bunu takip eden ayette ;< Hep birlikte Allahın ipine sarılın , sımsıkı yapışın, zinhar bölünüp parçalanmayın, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, hani sizler düşmandınız, ateş yarının kenarına gelmiş düşmek üzere idiniz ki sizleri kurtardı tehlikeden çekti çıkardı kalbleriniz arasında ülfet ve kaynaşma yerleştirdi de kardeşler olarak sabahladınız. Böylece allah ayetlerini açıklıyor ki, hidayet yoluna koyulp kurtulmuş olasınız.>(2 / 103 ) Bu ayet ile de kardeşlikleri anlatılmıştır.
Özellikle Hucurat suresi 13. ayetinde Bütün insanların bir baba bir anadan olup kardeş oldukları bildirilir. Bilhassa Müslümanların kardeşlikleri ayni surenin 10. ayetinde kasr ve hasr edatiyle tekitli olarak bildirilir. Buna üçüncü bir unsaur daha eklemek gerekirki, beraber ve bir arada yaşamaya mecbur ve mahküm olan insanlığın huzur ve emniyet içinde yaşaya bilmeleri için karşılıklı güven ve emniyete ihtiyaç vardır. Bunun için Kur’an-i Kerim de < İyilik ve takva yolunda yardımlaşın günah ve haddı tecavüzde yardımlaşmayın! >(5 /2) Buyurmuşlardır.
Ayrıca Nisa :59. ayetinde şöyle der :< Ey iman edenler, Allah’a itaat edin Resule ve içinizden iş başında olanlarınıza itaat eden, herhangi bir şeyde ihtilafa düşerseniz onu Allah ’a ve Resuluna havale edin , eğer Allah’a ve ahiret gününe imanınız varsa, bu sizin için daha hayırlı ve daha güzel olan yorumdur. > Ayette geçen “Ululemr” den murad cumhurul ulamanın görüş ve kanatına göre “Ulama” dır. Zira Sultanlar Alimleri dinleme durumunda olup Alimler Sultanlara uyma mecburiyetinde değidir. Tabi i meşru işlerde Sultanlar siyaseti yürütür Alimlerde onlara destek olur fakat iş çıkmaza girdiği vakit yol gösterecek olan , Peygamberlerin varisi olan Ulamadır. Onlar hakkaniyet ölçüleri içinde, ilmi ciddiyet ve adaletiyle meselelere yön verdiği zaman da her kes onlara uyma ve irşatlarını kabul etme durumunda dır. Avamdan olan insanlar ise sünnete muhalif olan tarafı iltizam etmeleriyle fesade alet ve ortak olmuş olurlar. Nitekim :< Herkim bir toplumun karartısını çogaltırsa o da onlardan sayılır ve bir kavmin yaptıgı işten razi olan onların işine ortak olmuş olur.> Yani hiçbir aklı başında insan sorumluluktan mu’af değildir.Herkes belirli ölçüde sorumluluk taşır
Sonra muhalif olan tarafı baskı ve kuvvetle susturmak meseleyi halletmiyor, kuvvet teskit eder – susturur- ama teskin etmez. Elbette baginin ve mütecavizin tedib edilmesi hak ve gereklidir. Ancak her hangi şaibe ve şüphe ile yan çizen birilerine karşı ilk hamlede kuvvete baş varmadan ikna ve şüpheyi izale yolunu tercih etmek hem kalıcı hem de tatmin edicidir.
Memleketimizın halkından % 99 Müslüman olduguna göre onları ikna ve irşat hususun da din alimlerimize büyük işler düştüğü kanaatındayım. Dünya menfaatını veya sulta hissiyatını ön plana almadan sadece dinin gösterdiği hükümleri halisane ve adilane izah ve ilan ederlerse çok büyük tesiri gürüleceğine inanıyorum. Tabii bunu benimsemeyecek zihniyetlerde görülecek hatta dinin nüfüzünü görmekten rahatsız olacaklar da çıkacaktır. Onun içindir ki Emrün bilmarufta hem şeca’at hem de sabır aranmıştır. Fakat ferdî olarak bazı şeylerden mahrumiyeti göze alarak ilmî şahsiyeti ortaya koymak kolay şey değildir. Ama bunu göstere bilmekte çok şeyler kazandıracaktır. çok şeyler Manevî zaferin görülmesi her türlü rütbenin ve ödülün üstündedir. Hani samimi inanlar ne diyordu :< Bizim için iki güzel şeyden başka ne bekleye bilirsiniz ki- Ya şehid ya gazi – > (9 / 52 ) Bu, ne büyük teminat !..
Hz. Aliye karşı gelen Haricilerin maceraları malumdur. Bunlar işi uzattıklarında İbni Abbas (r.a.) Hz. Ali ye :”Ya Emirelmü’minin müsaade buyurun da onlarla bir de ben görüşeyim” Diyor. Hz. Ali (r.a.):” Onlar anlayış göstermez de başınıza bir iş getirirler diye endişe ederim” der ise de İbn-u Abbas ısrar eder ve :” Ben kendimden eminim onları incitmeden ve dikleştirmeden bazı şeyler anlatacagıma güveniyorum.” Der ve müsaade alır onların yanına varır. Onlarla rahatça konuşa bilmesi için içlerinden birkaç kişiyi sözcü olarak seçmelerini ister ve onlarda aralarından üç kişi seçer. İbn-u Abbas onlara sorar : Sıkıntınız nedir ne demek istiyorsunuz ? “ der. Onlar davalarını şöyle ifadeederler ;
“ Biz, Ali’yi üç şeyile dinden çıkmış görüyoruz, bunlar : 1 -Ali Hakemin hükmünü kabul etti. Halbuki hüküm ancak Allahındır, başkaları hüküm koyamaz. 2- Emirelmü’minin unvanının silinmesini kabul ett,eğer Emirel mü’minin değilse Emirül kafirindir. 3 – Biz onlarla can siperane savaşarak zafer kazanıyoruz. O, esirlere karşı esaret mu’amelesi yapmıyor ve ganimetlerini de değerlendirmiyor.” Dediler. Bunun üzerine İbn-u Abbas : “Sizin şüpheli olarak baktıgınız hususları dinî naslarla izah edersem kabul edermisiniz ?” Diyor Onlar da kabul edeceklerini söylüyor. İbnu Abbas şöyle konuşuyorlar :
:” Bakın, hakem kabul etti diyorsunuz ki, Cenab-i Hak Kur’an-i keriminde hakem kabul ettiğini bildiriyor. Karı – koca arasında çıkacak ihtilafta tarafların hakem göstermesini ve hakemler samimi olarak gayret gösterdikleri takdirde muvaffak olacaklarını bidiriyor. Hatta beş paralık bir Tavşanın ihramda avlanması karşısında bedelinin hakemle takdirini tavsiye ediyor. Bunca muhterem insanın kanının dökülmemesi için hakem kabul etmez mi ? Emirelmüm’minin unvanının silinmasine gelince Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye musalahasın da“Muhammed Rasulullah”Yazılınca karşı taraf itiraz etti“Rasulullah” Unvanını kabul etmeyiz, Rasulullah oladuguna inansaydık zaten karşı çıkmazdık diyorlar. Resulullah (s.a.v.) Bu kelimeyi bizzat kendileri mübarek elleriyle silmek suretiyle sulhun saglanması adına unvanın silinmesine razı oldular. Zafer sonucu esaret ise, bakın karşı tarafta Hz. Aişe var o kur’anın hükmüyle Mü’minlerin anasıdır. Onu esir ettiğinizi düşünün ona cariye mu’amele sini mi reva göreceksiniz ? “ Deyince havariçten büyük bir kısmı itirazı bıraktı rucu etti. Bu olayı İlamül muvakki’inde, sekizbin hariciden ikibini rucu etti diye kaydeder. Bu bir tarihi vakadır. Bunlardan ibret alınması gerekir. Ayni zamanda sonradan gelenler için bir sünnettir.
Şahsen şu anda Türkiyemizdeki açılımın adı ne olursa olsun “Milli birliğe “açılım olarak görüyorum. Millibirlik memleket için hayatî önem taşımaktadır. Bunu bir şahsiyet yade kavmiyet meselesi yapmak agır bir vebaldır.< Bir karış cemaattan ayrılanın ölümü cahiliyet ölümüdür.> Bunu herhangi bir Müslümanın kolay kolay göze alacagını sanmıyorum. Kaldı ki yukarıda işaret ettiğimiz Al-i İmran suresinden ayetlerin devamında :< İçinizden, hayre davet eden marufu emreden münkeri nehyeden bir (Ümmet) topluluk çıksın ve onlar felaha erenlerin ta kendileridir. Siz siz olunda kendilerine apaçık beyyineler geldikten sonra parçalanıp ihtilafa düşenler gibi olmayasınız onlar için acı azap vardır. Öylesi bir günde ki o gün bazı yüzler agaracak ve bazı yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara :”Size apaçık deliller geldikten sonra kafir mi oldunuz ?( Duygularınızı kapatarak, görmemezlikten ve anlama mazlıktan gelerek nankörlük mü yaptınız ?) Nankörlüğünüzün karşılıgı olarak tadın acı azabı denir. Ama yüzleri agarana gelince , onlar daimi olmak üzere rahmetin içindedirl.>
Böylesi bir fırsatta yüzü agaranlar gerçekten bahtiyar insanlardır, hiçbir aklı başında insan böylesi bir fırsatı kaçırmak istemez. O dehşetli günde yüzünün kararmasına razi olmaz. Tabii nihayet bunlar birer kısmet takdir meselesidir. Du’a edelim Allah’u Te’âla bizlere hakkı hak olarak göstersin hakka hizmeti nasibeylesin, batili batil olarak göstersin ve batile bulaşmaktan cümlemizi muhafaza buyursun Rabbim !.. Amin.
Herkes sesini duyura bildiği nisbette bu davayı dile getirmeli bu hakikata davet edenleri can kulagıyla dinlemeli, içine sindirmeli ve herkese de duyurma gayreti içinde olmalıdır diye düşünüyorum. Bunun bir Millî hizmet ve ibadet olduguna inanıyorum. Cenab-i Hk Hakka hizmet edenlere yardım etsin ! Allah’ın selamı hidayet yolunda olanlar üzerine olsun ! Amin.
8/9/2009
Selahaddin KİP
Kayseri